14 Mart 2013 Perşembe


BİZE DEMOKRASİCİLİK OYUNU OYNATIYORLAR

2011 Genel Seçimlerden önce başlayıp halen devam eden ve Türkiye halklarını çok yakından ilgilendiren yeni anayasa değişikliğinden söz edelim bu yazımızda. Daha doğrusu bir değişikliğin değil, 12 Eylül Cunta Anayasasının kaldırılıp yepyeni demokratik bir anayasanın artık yapılması ve yönetimin buna göre şekillendirilmesi, yeni çıkarılması gereken kanunların yapılacak anayasaya göre tanzim ve kabul edilmesinin  zamanının gelip geçmekte olduğu gerçeğini hepimiz biliyoruz. Bu konuda T.B.M.M. Anayasa Komisyonu’nun uzun süredir çalıştığı da bir gerçek. Meclis’de grubu bulunan siyasi partilerin hemen tamamı Anayasa Komisyonu’nda kendi ideolojileri doğrultusunda anayasa maddeleri ile ilgili öneriler sunup tartışmaya açıyorlar. Ancak takip ettiğimiz kadarıyla demokrasinin olmazsa olmaz kurallarından sayılan temsil sisteminden bahseden hiçbir siyasi partiyi henüz göremedik.

Bu konu biraz karmaşık gibi görünse de aslında gayet net şekilde ele alınabilir. Nedir karmaşık olan? Anayasa’ya göre yönetimde halkın adil bir şekilde temsil sistemi. Bu konuda bilimsel analizlere girip kafa karıştırmaya, meseleyi daha anlaşılmaz hale getirmeye gerek yoktur.  Herkesin anlayacağı bir anlatımla konuyu sunmak lazım.

Şimdi soruyorum, Meclis’de halkımızı temsil etmek için görevlendirilen milletvekillerini seçilmelerinden önce o seçim çevresinde seçmenlerden yüzde kaçı tanıyordu? Çoğunluğun tanıyıp benimsediğini söylememiz inandırıcı değildir. Seçmenimiz sadece sempati duydukları partilere ve de parti liderlerinin irade buyurdukları şahsiyetlere oy vermektedirler. Hatta bu şahıslara değil, partinin gösterdiği isimleri kapsayan oy pusulalarını götürüp sandığa atmaktadırlar. Seçmen bulunduğu bölgede beğenip takdir ettiği ve kendisini mükemmel bir şekilde temsil ettiğine inandığı şahıslara oy vermek şansına sahip değildir. O kendisine dayattırılan hiç tanımadığı adaylara oy vermektedir. Bu sistemin demokrasi ile bir ilgisi yoktur. Bunu önlemenin tek çaresi dar bölge sistemidir. Büyük şehirlerde 30-40 kişilik listelere, orta boy şehirler 10-15 kişilik listelerdeki adaylara oy vermek ne kadar sağlıklıdır ve seçmen iradesini temsil etmektedir? Halkın iradesinin bu kadar önemsenmediği, toplu milletvekilliği listeleriyle seçimlere girilen bir batılı demokratik ülke mevcut değildir. Bakınız, seçim bölgeleri daraltılıp 1 veya 2 milletvekilliğine dönüştürüldüğünde, her seçmen kendi düşüncesine en yakın ve tanıdığı, güvendiği adaya ve onun isminin bulunduğu siyasi partiye oyunu verecektir. Halk iradesinin bu şekilde daha sağlam gerçekleşeceği şüphesizdir. Tabii ki bunun gerçekleşmesi için anayasa değişikliği gerekmektedir.

Temsilin adil gerçekleşmesi için anayasa değişikliği yeterli değildir. Kesin şekilde Seçim Kanunu’nun da aynı maksatla bir değişiklik yapılmalı ve yeni anayasaya uygun şekilde, dar bölge sistemine uygun bir seçim sistemi uygulaması getirilmelidir.

Çok önemli bir konu da siyasi partiler yasasında yapılması gereken bir değişiklikle, parti liderlerine tanınan milletvekilliği tayininin kesin şekilde önlenmesi için tedbir alınması gerekliliğidir. Çok dar miktarda, %3-%5’i geçmemek kaydı olan bir kontenjan dışında, merkezden aday gösterilmesinin de önüne geçilmelidir. Buradaki kontenjan da seçim bölgesi olmayan, politik kişilik taşımamış değerli bazı bürokrat ve teknokratların hizmetlerinden yararlanılmasının zaruretinden doğmaktadır. Parti liderleri bu suretle eş veya dostlarına mecliste ulufe dağıtamayacaklardır.

Dar bölge ve buna uygun merkez yoklamalı olmayan bir sistemde, tamamen partili seçmenlerin oyları ile aday olan ve kendisine her yönden güvenilen adayların milletvekili seçilmesinden sonra demokratik temsilin hak ve adalete uygunluğu görülecektir.        

Bu arada hayati önem arz eden ve seçim sistemimizin temsilde adalet prensibini yok sayan mevcut seçim barajının adaletsizliğini de unutmamak lazım. Bizdeki %10 gibi hiçbir özgür ülkenin seçim kanununda olmayan ucube bir baraj sistemi halen yürürlükte. Mevcut meclisteki siyasi partiler seçim vaatlerinin aksine yıllardır 12 Eylül rejiminin Türkiye’nin başına bela ettiği bu barajı kaldırmak gibi bir niyetlerinin olmadığı görülüyor. Bu onların hesabına da geliyor. Seçimde hak etmedikleri kadar milletvekili çıkarıyorlar. Bununla övünmek değil utanmak lazım. Süratle barajın kaldırılması ve hak eden kişilerin mutlaka meclise girmesinin sağlanması gerekir.                                                                                                                                                                                                                                                                 

Biz çocukken evlerde arkadaşlarımızla evcilik oyunu oynardık. Evde, anne ve babalarımızdan gördüğümüz davranışları oyunlarımıza uygulamaya çalışırdık. Bunda başarılı olduğumuz nispette oyunlarımızın da güzel olduğunu düşünürdük. Hatta yeni bir arkadaşımızın yeni uygulaması pek hoşumuza gitmezdi. Zira şimdiye kadar gözlemlediklerimiz en güzel oyunu oynadığımızın ispatıydı. O zaman öyle görmüş, öyle biliyorduk. Biz küçücük çocuklardık. Hiçbir pedagojik formasyonumuz yoktu. Bize doğru dürüst daha geliştirici oyunlar öğretilmedi. Kendimiz oynadığımız oyunlarla mutlu oluyorduk. Şimdi ülkenin sosyal mühendisleri de kimselere bir şey öğretmiyorlar. Güzeli ve doğruyu söyleyenleri de tu kaka ediyorlar. Mevcut düzen onlar için en iyisidir. Değiştirilmesi hatadır, düzenin devam etmesi gerekir ki istedikleri gibi sahada at oynatabilsinler.    
AV.KEMAL BİNGÖLLÜ
kemal.bingollu@gmail.com

2 Mart 2013 Cumartesi


HAK ARAYICILARI MI ? - TERÖRİSTLER Mİ?

(2MART 2013)

             PKK ile son günlerde yapılan BARIŞ SÜRECİ görüşmelerinde kamuoyunun bazı çevrelerinin art niyetli olmayan endişeleri var. Endişeleri olan kesimden söz ediyorum. Endişesi olmayıp BARIŞA tamamen karşı çıkan odaklara bir sözüm yok. Onlar etnik kimliğin (TÜRK kimliği ) dışında hiçbir çözüm kabul etmeyen radikal kesim. Kendileri bu yazımın dışında kalıyorlar. Bir başka yazıda onlarla tartışmaya açığım.
             
             Burada konu edeceğim husus başlıkta da belirttiğim gibi bugünlerde Barış için oturulup konuşulan ve yol haritasının çizilmesinin çalışıldığı taraflardır. Bir taraf belli, diğer tarafa gelince, yıllardır topluma terörist katiller diye benimsetilmeye çalışılan ve de büyük ölçüde benimsetilen bir silahlı örgüt. Yani PKK, onun temsilcileri ve 14 yıldan beri İmralı’da tutuklu bulunan liderleri Abdullah Öcalan.

             Bebek katili, İmralı canisi, devleti bölücü katil sürüleri v. s. diye adlandırılan ve en az 30 yılı aşkın süredir dağlarda silahlı mücadele veren bu örgüte artık (tamamen kendi düşüncemdir) HAK ARAYICILARI sıfatını kullanmak gerekir. Niçin hak arayıcılarıdırlar. Ne hakkı arıyorlar, diyebilen bir TC. vatandaşı zannediyorum ki artık yoktur. Yukarıda sözünü ettiğim radikal kesim, bunların dışında. Ben makul düşünebilen, ülke gerçeklerini gören, Anadolu’da  yaşayan insanların çok çeşitli etnik guruplardan oluştuğunu tespit eden,  bu ülkeyi bu halklarla birlikte kabul edip benimseyen kesime sesleniyorum.

              Geçen 30 yıllık kanlı süreçten kimsenin mutlu olduğu söylenemez. Bu sürede yalnız analar ağlamadı. Babalar da, kardeşler de, eşler de, evlatlar da, akrabalar da ve vicdan sahibi yurttaşlar da her ölümde ağladılar. Ağlamayanlara yine sözüm yok. Ancak lanet okuyabilirim. Süreç içinde bebekler de öldü. Bu fecaatin kasten yapıldığını nasıl söyleyebiliriz? Nasıl ki, CEYLAN kızın öldürülmesi gibi. Bunun gibi daha yüzlerce örnek verebilirim. Hakikatleri araştırma komisyonu kurulması önerileri ağırlıklı olarak bunlar içindir. Barış yapıldığında dahi, yapılacak araştırmalarda bu tür kasıtlı cinayetlerin suçluları bulunup cezalandırılmalıdır. Onlar hiçbir şekilde affı kabil olmayan, gerekçeleri de olamayacak olan, insanlık suçu işlemişler ve bunun cezasını da çekmek durumundadırlar. Bunları, 90 yılı aşkın süredir hakları gasp edilen, varlıkları inkar edilen ve asimile edilmek için ne gerekirse yapılan bir halkın mensupları ile karıştırmamak lazımdır. Bu halkın bir kesiminin eylem şeklinin doğru veya yanlışlığının tartışmasını yapabiliriz. Bana göre yapılan silahlı mücadelede kan döküleceği, masum insanların hayatlarını kayıp edeceği nedeniyle yapılmasının yanlış olacağı, düşüncesindeydim. Bazıları da bunun demokratik yöntemlerle olamayacağı, o yolla sürecin bir fayda sağlamayacağı, sistemin bunu engellediği, ancak silahlı direnişle sonuca varılabileceği görüşündeydiler. Yaşadığımız olaylar ve ileride tarih kimin haklı olduğuna karar verecektir.

             Şu hususa da dokunmadan geçmemek lazım.  Kamuoyu şunu iyi bilmeli ki, Türkiye Kürtleri, çok cüzi bir kesim istisna edilirse, ezici bir çoğunlukla, korkulduğu gibi, hiçbir şartta bölünmeden yana olmamıştır. Bazı çevrelerin bu konudaki endişelerinin yanlış olduğu Abdullah Öcalan’ın son BDP milletvekilleri ile yaptığı görüşme sırasındaki açık konuşması ile bir kere daha vuzuha kavuşmuştur. Bunun,  aksi ajitasyonlara itibar edilmeden,  gidilen yolun doğru bir yol olduğu, yola vicdan rahatlığı içinde devam edilmesi son şansımızdır.        

AVUKAT KEMAL BİNGÖLLÜ                                                                                                                                        kemal.bingollu@gmail.com