KARDEŞİM HARUN KARADENİZ’DEN ERGiN SAYGUN PAŞAYA
Sene 1972, 12 Mart sıkıyönetiminin en kötü günleri. Deniz
Gezmiş yakalanmıştı. Çok kısa sürede saçma bir yargılamadan sonra ölüm cezasına
çarptırılmıştı. Malum TCK. nun 146. Maddesi. Hüseyin, Yusuf ve Deniz infaz
edileceklerdi. Mart ayı başından itibaren Türkiye Radyoları 158 kişinin
isimlerini her haber bültenlerinde okuyarak teslim olma çağrısında bulunuyordu.
Kısa bir süre içinde aranan kişiler emredildiği gibi
Selimiye Kışlasına teslim oldu ve oradan Davutpaşa Askeri Cezaevin'e
götürüldüler. Toplananlar arasında Harun Karadeniz ve ben de vardım. Askeri
savcılık kitap halinde uzun uzun bir iddianame hazırlayıp yakalananları
sıkıyönetim mahkemesine sevk etti. Ülkenin pırıl pırıl çocukları vardı
içlerinde. Harun da bunlardan biriydi. Belki de en önemlisi. Ancak Harun
içeride hastalandı. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin 1968 tarihinde Öğrenci
Birliği Başkanlığı yapmış ve çok önemli anti-emperyalist eylemler düzenlemiş,
sosyalizmi tam özümsemiş bir arkadaşımızdı. Dışarıda ve cezaevinde herkesin
saygı ve sevgisini kazanmıştı.
Em. Orgeneral Ergin
Saygun TSK. da uzun yıllar hizmet etmiş ve en üst rütbeye kadar terfi ederek
emekli olmuş bir paşadır. Burada sayın generalin tutukluluk veya
hükümlülük nedenlerini kesin olarak
tartışmıyorum. Ama o da herkes gibi bir insandır ve yaşam hakkına sonuna kadar
sahiptir. Geçirdiği ağır hastalık nedeni ile geçte olsa ağır üçüncü ameliyat
sonrası tıbbi ve insani gerekçelerle tahliye edildi. Buna memnun olmamak mümkün
değildir. Bütün kalbimle kendisine ve ilesine geçmiş olsun dileklerimi
sunuyorum.
Bu olay bana kardeşim Harun Karadeniz’i bir kez daha hatırlattı.
1972 Mayıs, Haziran, Temmuz ve devam eden ayları. Harun cezaevinde hasta ve sevk edildiği Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan kontrollerde elinden başlayan bir kanser rahatsızlığının olduğu, ceza evi koşullarında tedavi edilemeyeceği, hatta Türkiye’de bu tedavinin mümkün olmadığı, mutlaka İngiltere’ye gitmesi gerektiği, tedavinin ancak orada mümkün olduğunu belirtir, bir rapor tanzim edilip sıkıyönetim komutanlığına ibraz edildiğini öğrendik. Bir sureti de kendisine verilmişti. Buna dayanarak mahkemeden tahliye edilmesine dair uzun bir dilekçe yazdığımı, insani ve vicdani nedenlerle zaten suçsuz olan Harun’un tahliye talebinde bulundum. Mahkeme derhal bu talebimizi redetti. Kısa bir süre sonra aşırı ağrıları nedeniyle yeniden hastaneye götürüldü. Hastalık elden kola sirayet etmiş ve acilen müdahale gerekir, denilmişti. Derhal bu hususu anlatan bir dilekçe ile yeniden mahkemeye başvurduk. Mahkeme tekrar talebimizi reddetti. B taleplerimiz aylar boyu devam etti amma sonuç hep aynı oldu. Her seferinde ‘Tahliye talebiniz reddedilmiştir.’ denildi. Sonra Harun ve hepimiz Eylül ayı başında topluca tahliye edildik. Harun hemen İngiltere’ye gitti. Daha sonraki yıllarda içimizden bazıları(?) bakan oldu. Bazıları belediye başkanı oldu.
Harun’la 1974 yılında Kadıköy’de karşılaştım. Ceket
giymişti. Bir kolunun olmadığını fark ettim.
İngiltere ‘ye gidip hemen ameliyat olduğunu, ancak çok geç kalındığını,
hastalığının vücuda atladığını, artık yapılacak bir şeyin olmadığını,
yaşayabileceği kadar yaşayacağını, söyledi. Kucaklaştık, ayrıldım
yanından. Bir yıl sonra gazetelerden
vefat ettiğini, öğrendim. Onu da diğerleri gibi sonsuza uğurladık. Şimdi, Vedat’ın, Taylan’ın, Hüseyin’in, Yusuf’un,
Deniz’in, Ömer’in, Mahir’in ve dağa gidip ölenlerin, askere gidip
ölenlerin yanında. Korkum, eceliyle veya
kaza suretiyle değil de bilinçli şekilde öldürülenlere bir son verilmemesidir. Sebep olan ve önleme imkanı olup ta
önlemeyenler acaba rahat uyuyabiliyorlar mı? Ergin Paşadan aklıma geldi. Hiç
iyi bir anımız yok ki.
AVUKAT KEMAL BİNGÖLLÜ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder