TÜRKİYE'NİN BİRİNCİ DERECEDE ÖNCELİKLİ PROBLEMİ: KÜRT MESELESİ VE BARIŞ (21 Şubat 2013)
Gelişmeleri hep
beraber takip ediyoruz. Siyasi iktidar öncelikle 35 yıldır devam eden bu kirli
savaşı sonlandırmak ve sonra da Türkiye Kürtlerinin sorunlarını çözmek için uzun
bir süreden beri bir çalışma içindedir. Bu çabaları yok saymak mümkün değildir.
Aynı şekilde Kürtlerin temsilcisi olan (belki de bir
kısmının) BDP de öncelikle Türkiye Kürtlerinin Cumhuriyet'in başlangıcından beri
(1924 anayasası itibarıyla) devam edegelen sorunları çözmek ve sonra da barış
yapılması için çaba göstermek üzerine bir strateji tespit etmiştir ve bu yolda
çaba sarf etmektedir. İlk bakışta aynı denen bu iki tez, biraz dikkat edildiğinde aynı değildir. Aralarında ki fark çözümün sıralanmasından kaynaklanmaktadır.
Bu yazıda bu durumu irdelemeyeceğim. Bugünkü konumuz tamamen Kürtlerin
demokratik haklarının kabul edilmesi ve bunların nasıl, yapılacak olan yeni
anayasa ve kanunlara geçirileceğidir. Ancak, kirli savaşın bitmesi, bazı
çevrelerin birinci önceliği (benim de) olduğu da bir gerçektir.
Medya ve diğer iletişim araçlarında ülkenin aydınları,
siyasileri ve bilim insanları uzun süredir bu konuda tartışıyorlar. Genelde
tartışmaların ağırlığı çözüm yönünde olmayıp, tartışanların siyasi
düşüncelerinin propagandası şeklinde yürütülmektedir. Bundan da bir sonuç
alınamayacağı kaçınılmazdır. Kendilerini milliyetçi olarak sunan ve fakat
ırkçı görüşleri savunan (ki benim için farkı olmayan) tartışmacıların bu konuya
getirebildikleri her hangi bir çözümleri olamıyor. Bir tek şey söylüyorlar,"eski mevcut durum doğrudur, bundan vazgeçilemez. Aksi vatana ihanettir.
Kürtlerin anayasaya göre Türk olmalarına binaen her türlü hakları mevcuttur.
Mevcut sistemi değiştiremezsiniz." Bu tez MHP ile CHP'nin ulusalcı diye
nitelendirilen kesimi tarafından dile getirilmektedir. Bu demektir ki, 35 yılı
aşkın süredir devam eden bu çatışmanın hiçbir önemi ve değeri yoktur. Hakları
gasp etmeye ve savaşa devam ediniz. Ülkenin çocukları ölürse ölsün. Kardeş diye
oturup kalktığımız her yerde sözünü ettiğimiz insanlarımız kendi yanlış
düşüncelerinden dolayı ne olurlarsa olsunlar umursamayız. Onlar bin yıldır
bizim kardeşimizdirler. Bu kadar zaman içinde asimile olmamışlarsa bu bizim
suçumuz değildir. Ya buna alışacaklar veya katlanacaklar. Üçüncü bir
alternatifi kabul etmeyiz.
l924 anayasası ile M. Kemal Atatürk te bunu söyledi,
Nihal Atsız da. Sonuncusu ırkçı ve kafatasçı bir ideologdu. Ancak M. K.
Atatürk’ün 1921 anayasası ve 1924 İzmit
basın toplantısında belirttiği ve söyledikleri hatırlanırsa, kendisinin hiç de böyle düşünmediği anlaşılır. Pragmatik bir düşünceye sahip olan M. Kemal 1924 tarihinde oluşan Şeyh Sait ayaklanması
ile Musul ve Kerkük konusu halledilmemiş olan Lozan Antlaşması'nın tehlikeye
gireceğini hesap ederek bazı tedbirlere
başvurmuştur. Yanlıştır, doğrudur. Onu tarihe bırakacağız. Bizim yapacaklarımız,
tarihten örnek alarak doğruyu bulmaktır. O tarihin şartlarına göre, ülkede çok partili hayata geçmek mümkün
olmadı. Bunun gibi onlarca örnek vermek mümkün. M. Kemal yapmadı diye bir
gerekçe ile statükoyu savunmak abesle iştigaldir.
Barış ve demokrasi konusunda umut, demokrasiyi, hakkı, adaleti, eşitliği, insan
hak ve hürriyetlerini savunan aydınların, bilim adamlarımızın, siyasilerin ve
özgürlükten yana geniş halk kitlelerinin desteğini sağlamaktır. Bu izlenimime
göre güçlü bir şekilde vardır. Siyasi iktidarın genel başkanı sayın Erdoğan
kararlıdır. Teşkilatını ve meclis gurubunu da dinliyor, onlarla devamlı fikir
alışverişinde bulunuyor. Bu mücadelede kendisine partisinin dışında olan
aydınların, liberal ve sosyalistlerin de destek verdiğinden şüphem yok. Eski
bir deyimle "Şeker var, un var, yağ var, hadi bakalım helva yapınız". Bu konu kolay değildir. Büyüklük zoru
başarmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder